Ana Menü
Köşe Yazıları
Sayac



İstatistikler Yükleniyor ..!

Ewdale Zeynike

EWDALE ZEYNİKE:PİRE DENGBEJAN

Ünlü yazar Yaşar Kemal’in demesiyle Kürtlerin Homeros'u

 

Tütünü bir taraftan sarıp,tütünsüz anlarında da bir elini kulağına götürüp diğer eliyle de tespihini sürekli sallayan bir,bunlarla da yetinmeyen ve kavala ruhundan ses veren bir dengbêjden bahsetsem kim gelir aklınıza?
Yafa Cembeli’den girip lorî lorî deyip zamana dem vursak ?

Kürt tarihinin belki de en iyi okuyucularıdır onlar.Çoğu okuma yazma bilmez ama yürekleri doğuştan kodlanmıştır nağmelere,seslere,sözlere..
Bir şeyi söylemek,bir şeyi anlatmak meseledir.Ciddi ve zor bir iştir.Söylemek belleğe hakkını vermektir,kıvrımlarına bir şeyler eklemek ve günü gelince çıkarması için emir vermektir.
Kendini anlatmaktır.Gücünün yetmediğini dilinle gizli yada aleni yapmaktır..
Tarihe belli belirsiz bir not düşmektir.
Dengbêjlikten bahsediyoruz..
Bu olgunun henüz sırrı çözülmüş değildir.Kimse çıkıp Hesenê Cizrawî’nin sefalet ile pençeleştiği yıllarda kalkıp mucizevi parçalar yapabilmesindeki sırrı bilmiyor henüz.
Eskilerin çoğu koyunlarında iki çift söz ile gitti.

 

Kadim bir gelenekti seslerin izini sürmek. Ellerinde asaları, sırtlarında abalarıyla hiç bilmedikleri, görmedikleri yerlere doğru yöneldiler. Uzun kış gecelerini mekân bilip, onları ayazdan koruyan abalarına sarındılar. Yollardaki bütün zorluklara katlanmayı göze alıyorlardı. Biliyorlardı ki gidecekleri yerlerde onlara kıymet verilecek. Bitmek bilmez soğuk kış geceleri onların sesleriyle ısınacak ve sabaha varılacaktı. İnce, derinden ve duygu yüklü bir mırıltıyla başlanan hikâyeler gecenin bütün yükünü sırtlayacak güçteydi. Bazı zamanlar anlattıkları tan atana kadar, bazı zamanlar ise günlerce devam ederdi. Kimi zaman yalnız başlarına, kimi zaman davet üzerine yola çıkarlardı. Ama hep yoldaydılar. Binlerce yıldır yoldaydılar. Seslerin ve kelimelerin yok olup gitmemesi için çırak yetiştiriyorlardı. Her ölen çırağına kelimeleri ve sesleri devredip gidiyordu. O da bir başkasına... Toplumsal bellek bu şekilde binlerce yıldır varlığını sürdürüyordu. Seslerin içindeki ahengi yakalar, kelimelere ise yeni anlamlar yüklerlerdi. Kelime avcılarıydılar. Her gittikleri yerden heybelerinde yeni sesler ve kelimelerle dönerlerdi. Bilirlerdi ki kendilerine değil sözlerine değer biçiliyordu. Bu yüzden her an tahtından olma korkusu yaşarlardı. Bunlar sözlü geleneğin temsilcileri dengbêjlerdi. Eski zaman adamları, soyu tükenen ozanlardılar...( Örnek vermek gerekirse Huseyne Fare Ewdale Zeynike’den çok etkilenmiştir çoğunlukla Ewdale Zeynike’nin parçalarını seslendirirdi ve kendisi bir dönem Almanya’ya işçi olarak gidip daha sonra Memleketine dönmek zorunda kalıyor geçimini inşaatlarda çalışmakla sürdürüyor fakat müziktende, kültüründende hiç geri kalmıyor ve bunu bir rant yada bir geçim kaynağı halinede getirmiyor. Tamamen kendini kültürüne adıyor ve yine sesi güzel olan yeğeni Delil Dilaner’i yetiştiriyor. )

Evdal kimdir?


Eğer bir dengbêjden söz edilecekse o mutlaka kutsal bir isim gibi en başa yazılan, en başta söylenen Evdalê Zeynikê olacaktır. Kürtlerin Homeros'u olarak nitelenen Evdal'ı görenlerin çok azı bugüne kadar gelebildi. Sözlü kültürlerde de zaten önemli olan yaşam değil onun etrafında dönen efsanelerdir. Her diwanhanede önce ondan söz edildi. Anlattıkları bütün yöreyi fethetti 'qulıngo (Turnam)' dengbêjliğin temel taşı oldu. Bu 'kilam'ı bilmeyen dengbêj yoktur. Ölümünden sonra onun 'kilam'larını, hikâyelerini dillendiren dengbêjler çıktı. Ve hikâyesine başlamadan, bu Evdalê Zeynikê'nin falanca hikâyesidir, dediler.
Mehmed Uzun, Abdalın Bir Günü romanında, bu büyük Kürt dengbêjinin bir gününü anlatmış. Evdalê Zeynikê'nin ne zaman yaşadığına dair kesin bir bilgi yok. Uzun da romanda bunun üzerinde kronolojik bir tarih vererek durmamış zaten. Dönemde geçen olayları anlatarak, dolaylı bir tarihlendirme yoluna gitmiş. Ancak başka araştırmalar, Evdal'ın 1800'lü yılların başında yaşadığını tespit etmiş. Zeynikê annesinin adıdır. Babası o daha çocukken ölmüş. Kürtlerde genellikle çocuklar babalarının adıyla tanınır ancak babaları söz sahibi olamamış ya da erken bir zamanda ölmüşse, annesinin adıyla tanınır. Uzun, Evdal'ın bir gününü bir dengbêjin dilinden aktarır. Bu dengbêj de Ehmedê Fermanê Kiki'dir. Ehmed'i Celadet Ali ve Kamiran Bedirhan kardeşler, sürgün zamanlarında himayelerine almışlar ve hafızasındaki hikâyeleri yazıya geçirmişlerdir. Roman, Bedirhanilerin, Ehmedê Fermanê Kiki'den, Evdal'ı yazıya geçirmeyi istemesiyle başlar. Ehmed de, Evdal'ın bir gününü anlatmaya karar verir. Zorlanarak da olsa yazar. Kolay değildir çünkü, sözü hayatı olan birinin yazıya geçmesi.

Dönemin eleştirisi
Evdal'ın çocukluğu, babasının ölmesi, annesinin onu yalnız başına yoksulluk içinde büyütmesi, sonra dengbêj olması, ününün gittikçe yayılması, sesinin büyüsüne kapılan gayrı Müslim sevdiğiyle, Gulê'yle, evlenmesi, oğlu Temo'nun doğması, kanadı kırık turnası, Tahar Xan'ın dengbêji olması, Şêx Silê'yle atışıp üç günün sonunda kör olması, üvey çocuklarının zalim bir bey tarafından öldürülmesi, sürgün olması, sonunda da günlerce süren hikâyesini anlatırken gözlerinin aydınlığa yeniden kavuşmasını yazar Ehmedê Ferman. Bunları yazarken dönemin eleştirisini de yapar. Örneğin, Kürtçenin yasaklı olduğu ve dil olarak görülmediği zamanlarda, 1940'lı yıllarda, (ne kadar çelişkili değil mi? Hem dil değil hem de yasak!) dengbêj Ehmed, durumunu şöyle dillendirir: "ama gelin de ben garibe sorun ki Kürtlerin bu güzel söz ve deyişlerinin, güzelim kıssalarının başına ah neler neler geldi. Hepsi yasaklı bugün. Bir dönem Türkiye'de Kürtçe konuşanlar cezalandırıldı. Ceza, bir Kürtçe sözcüğe bir kuruş şeklinde. İki kelime iki kuruş, üç kelime üç kuruş... hey gidi ocağı batasıca dünya hey!.." Sonunda yapılan yanlışlar kısmen kabullenildi ve bir Kürtçe tv açıldı. Her ne kadar anayasal bir temeli olmasada tarihi bir itiraf niteliğindedir ve önem arzetmektedir.

Osmanlı imparatorluğu döneminde Beyazıt Beylebeyi(miri miran) kolordu komutanı İshak Paşa’dır. Bu aile Erzurum, Kars, Iğdır, Karaköse illerinde hüküm sürmüştür.Doğubeyazıt’a beş kilometre uzaklıkta bulunan ünlü İshak Paşa Sarayı’nın yapımını o başlatmıştır. Daha sonra bu sarayın yapımı doksan dokuz yılda tamamlamıştır.Sürmeli Mehmet Paşa, onun torunudur. Eleşgirt’in Toprakkale Köyü’nde miri miran(kolordu komutanı) olarak hüküm sürmüştür. 1865 yılında Osmanlı Devleti Adana’daki Kozanoğlu ayaklanmasını bastırmak için asker gönderirken Sürmeli Mehmet Paşa’dan yardım istemiştir.Mehmet Paşa 400 kişilik ordu oluşturmak için civar aşiretlerinden yiğit, cengâver, iyi at binen, iyi kılıç kullanan savaşçılar toplamaya başlamıştır.

Ordusuyla Kozan üzerine giden Sürmeli Mehmet Paşa beraberinde Dengbej Ewdale Zeynıke’yi de götürmüştür. Savaş süresinde birçok Türkmen yerinden edilmiş, öldürülmüştür.Savaş sonrasında 400 kişilik orduda kolera hastalığı baş göstermiş ve birçok savaşçı hastalıktan ölmüştür. Türkmen ozanı Dadaloğlu ve Evdale Zeynike bu trajik olayı aynı duyarlılıkla dile getirmişlerdir.Dadaloğlu ‘Ferman padişahınsa dağlar bizimdir’ derken Evdale Zeynike kolera illetinde ölen savaşçıların trajik ölümlerini Wey Xozanê' kılamında dile getiriyor.Sürmeli Paşa savaş sonrasında birçok savaşçısı gibi koleradan ölünce. Evdal’ın yaşamı tam trajediye dönüşür, yoksul düşer, kör olur ve savaş sırasında yapayalnız kalan bir çocuğu alıp büyütmeye çalışır.



Üye Girişi
E-Bülten
  • BİZE ULAŞIN

  • info@samandoken.com

www.teknovizyon.net/
YukariCik